22 Ağustos 2009 Cumartesi

HEY!!!


Ey ahali,


Ey Ademoğlu...!


Sesleniyorum size...


Bir diyeceğim var bu müşterek işgale,


beyhude mevcudiyete...


Gelmek - gitmek


yok iken var, var iken yok olmak...


fani suretlerden baki deryalara yelken açmak,


bakilik ile mest olmak, fanilik ile meşk etmek...


bu iki dünyanın elinde ziyan olmak, ne için..?


geçip gitmek, uğrayıp görünmek miydi niyetin..?


beyhude gayretin..?


sahi, neydi sebeb-i hakikatin..?


sual etmiş miydin evvelde, yoksa ilk mi bu mana ziyaretin..?


Bilen var ise derc'etsin bu emvalde,


bir seda var ise uzaktan düşecek bu sese,


bir ah var ise değecek bu kalbe...


tesadüf etsin tez elden bu faniye...


Her ne sıfat, her ne suretse yolunda iz süren, zıynetindir...


seslenenler, ah edenler bizimdir, kıymetlidir...


O.Ö

NE OLDU..?

Ne oldu bilen var mı...?
yaban eller, uzaklar, soğuk, kara kış oldu...
çokken birden hiç oldu....
"her şey olacağına varır" dememiş miydi Şems...
peki beklemek, dinlemek zamanı mı şimdi, bilen var mı..?

bu sessizlik... gerçekten istediğim miydi...?

4 Ağustos 2009 Salı

OYAT IN CROTIA..! 2


KIRK ADASI

Kırk adasındayız... Yanlış duymadınız... Kirk değil, Kırk. Dolu dolu Güneydoğu şivesi gibi ;) Rijeka'dan geçiyoruz Kırk'a... feribotla değil, acayip bir köprü üzerinden... ne güzel yerler gmrdük Kerum..!

ne temiz su... ada... İçimiz de öyle mi acaba...? Ben Kerum'a Kerum bana ayna olurken... bir adım daha...


Canımmmm.... Ama yine de gülmekten kendimi alamadım :)) denizdeki yalnız adam...

Kadir kıymet bilmezliğin böylesi... Kardeşim şu fotoğrafta gördüğünüz adamın eli yüzü yanmasın diye yüz için ayrı, vücut için ayrı faktörde aldığım kremleri sürmeye teşvik ediyorum... 2 gün sonra aldığım cevap: senin yüzünden yüzümde sivilce çıktı...! Ne dersiniz... Buna ilave olarak arkadaşın bir de ensesi yanmış, suçlu çocuklar gibi önüne bakmaktan, ordan da bize çıktı fatura... Ensem yanarken nerdeydin Konzum..! Yarabbi...! Ula erkek çaprisu deduklari bu midur, yoksa sevcilüye naz mı edeyisun da..!

Deniz ürünleri tabii ki... ne vardı tabağımda acaba.. dur bakiim... tamam; ızgara kalamar, ızgara ahtapot ve ıspanak (neden ıspanak..?).... Şarabımız... Kadehimi sana kaldırıyorum Kerum...

Limanı ve yelkenlileri çok beğeniyoruz... Nikot teknelere teşne... Oya ise orsa halinde tam da...
dağılıyor parça parça karanlıklar
açılıyor simsiyah bir gece
uzanıyor dalga dalga sonsuzluğa
unutulan düşlerimiz nerde..!
sevgiyle başlayan hayat
seni bir gün çağırınca.....
vira vira demir aldı dünya
açılmış hayalleri rüzgarlara
vira vira dalgalandı bu dünya
terkedip halatları limanlarda...
YOL ANILARI:
Recep ve ben... :))

Recep ve Nikot...

Zadar yolunda bu güzellikte bir mola... Recep mutlu, ben mutlu, Nikot direksiyon başında... Bi alışamadım şu araba kullanmaya... hayır vakit benim derdim, söz veriyorum gidince aksatmadan alıştırma yapacağım... alacağım firar etme özgürlüğümü elime :p

Bendeniz... Sanatım güzel olmamaış mı hocam..?

Öz', senin huzurlu gülümsemeni özledim... nerde kaçırdım rotayı... Kutup Yıldızı... sen sabitsin ama ben bilmiyorum yerini hala semada....

Dünya güzeli çiçeklerim... Taaa Zagrep'ten... O güzel pazar yerinden... Seviyorum seni, düşünceni, rengini...

ZADAR:
İşte o güzelim gün batımı... Alfred Hitchcock'un, dünyada en güzel gün batımının Zadar'da olduğunu söylemiş... Doğru söylemiş... Fakat tam zamanında geliyoruz biz yine... Tasalanmadan, telaş etmeden... tam tavsiye edildiği gibi, en güzelinden... İşte bu ikimizin ruh hali bileşimi... bizim kimya... spontane iyilik, şans, güzellik... tek yürek, özgürlük...
Ne idi unuttuğum... ne oldu bana Kerum..? :( Ne oldu ise iyi ki oldu ama bünye özüyor o hali... bak bir keşif daha... özlemek.. öz-le-mek... insan hep öz'ünü özlüyor aslında değil mi..?
Kordon diyorum ben... Gün batımı sahil şeridi... Daha evimiz yok, odamız yok... ama ne gam.. Biz varız kardeşim... bakalım bugün kısmet şapkasına neler düşmüş..? (Halet-i ruhiye özeti) (Tedbirli ve aklı baliğ insanlar olduğumuzu hatırlatmaya gerek yok, fakat bildiğimiz başka bir şey var işte.. anlatılmaz, yaşanır ;))

Bu gördüğünüz mavi ekran... gün batımızının karşısına konan kocaman, yuvarlak bir platform... gündüz güneşten aldığı güneş enerjisi ile gün batımı ışıklandırılıyor... değişik renkler ve şekiller alıyor... Tanga terlikler ;)

Nikot'un kafasını yine kesiyorum, kendimi çekiyorum:) kahvaltımız harika... fırıncıdan bana çekirdekli, esmer ekmek, Öz'e bazlamayı andıran garip ekmek, sandvich peyniri, meyve suyu, meyveli yoğurt... daha ne olsun hocam..? fakat meyveli yoğurt için kaşığımız yok, karşıdaki çay bahçesi, dondurmacı abilerden kaşık istemek görevini üstleniyorum... abiler şeker, çay bahçesinin karşısında sahildeki yerimizi gösteriyorum... iade edilmek üzere kaşıkları ödünç veriyorlar...
yerimiz harika... önümüz deniz... yanımızdan nsanlar cup diye denize atlıyor... fakat bi dakika.. burası şehrin göbeği.. nasıl olur... Oluyor işte, tertemiz deniz... insanlar kitap okumaya, güneşlenmeye, yüzmeye, kısaca vakit geçirmeye şehrden sahile iniyorlar...
Zadar'a taşınalım Keruuuummmmm.....!
Fosa... Karşıdaki balıkçının yerine bak... muhteşem.... Arkamda şehrin tarihi surları... Bu şehir kalbimi vurdu, hem de çok fena...

Öz'.... Ufka bakıyor... göz ucunda yelkenli.... kafasında hayali... sade kendisi... olduğu gibi...
Oya seviyor seviyor seni...
Beraber oturuyoruz bir süre bankta.. konuşuyoruz sakin, huzurlu... iyi geliyor ikimize de.. fakat bir yerimiz hala telaşsız... Oysa ki Split'e gitmek gerekiyor artık.... Ama dur daha dondurmamızı yiyeceğiz....
Hayatımda yediğim en güzel dondurmayı Zadar'da yiyorum... aynı zamanda Hırvatistan'da da yediğim en güzel dondurma... bir top yoğurtlu vişneli, bir top çikolatalı... Hırvatistan'da 2 meşhur şey: dondurma ve pizza... Dondurmalar öyle bildiğiniz gibi top top değil, tepeleme... bir top hayli büyük... tabii görmesini bilene;) bana yine "en aşağı iki top" :))
İşte Zadar'ın kuşbakışı görünümü... Yaşanır mı yaşanmaz mı...? Ben yaşarım, hala diyorum yaşarım. (Annem duymasın... hem ben de özlerim... ama yaşarım kardeşim :p)

Old city'nin girişindeki oyuncak tramway... fakat süs değil, kullanılıyor diye hatırlıyorum.. yoksa uyduruyor muyum...?

Nikot, eski iki yapıyı birden kadraja sığdırmayı başarıyor... güzel fotoğraf çekiyor söylüyorum... geliştir diye de söyleniyorum... Aynı hevese ben de baş koydum bile... gelecek planları içinde o da sırasını beklemekte :)

St. Francis Church and Franciscan Monastery. Ortada Samara kuyusu... ve canımın içi...

SPLİT
Hırvatistan'da en beğendğm, beğenmekle kalmayıp aşık olduğum, kalbimi 12'den vuran bir şehir... Türkiye'nin İzmir'i diyorlar fakat, ayıptır söylemesi şehir, tarih ve doğa güzelliği olarak İzmir'i geride bırakıyor. (Bütün faşist İzmirli arkadaşlarımı karşıma alarak dürüstçe haykırıyorum: Split güzeeeeeellllll!!!)
Burada Öz' ile suya para atıyoruz... Öz sağlık dilemiş canım benim, gerisinden emin... benim dileğim başka, çeşitli.... Zaten Öz' gelenekçi, ben çeşitçi :))
Split'in merkezindeki old city... Kapalı çarşı diyorum buraya... Hediyelik eşyalar, takılar, müzeler ve traditional öğeler mevcut... Buradan hediyelik eşya alalım diyoruz... sonra vakit kalmıyor... ben Özge ve Ayşe'ye süslü bir at nalı ev hediyesini kapıyorum.. (hala vermedim bu arada :))

O güzelim akşam yemeği... Yine deniz ürünleri... "Ah Konzuuummm nasıl yiyeceksin onları" diyor Kerum, "tasalanma, ben beceriyorum" diyorum... Saçma br iddiaya giriyoruz... ben kazanıyorum... evet kardeşim okula erken başladım, hemi de 5.5 yaşında... hahaha hala komik buluyorum :))
Karşımızda canlı sokak müziği, hatta br kadın dansetmekte...
Aklımızda bir parlayıp bir sönen güzel bir hayal... bir kıpırtı... bir heyecan... acaba...?
(Bu arada daha evvelden kaydettiğm Split fotoları silinmiş, bi ara tekrar döneceğim)
BRAC ADASI
Golden Horn plajındayız... Gerçekten altın bir boynuz masmavi suların ortasında uzanmakta... denize boynuzun istediğin tarafından girebilirsin... Su harika... hava kendinden klimalı, nasıl bir rüzgar... (Annem olsa Golden Horn falan dinlemez, sevmezdi ;)) Biz bayılıyoruz, ama biraz üşütücü buluyorum kendi adıma... Öz' biraz uyukluyor... ben biraz kitap takılıyorum... sanırım daha kalacak yerimiz belli değil, zira Split'ten yeni geliyoruz adaya... doğru... fakat ne gaammmm.... sevgilim yanımda, huzurum cebimde, neşem kalbimde:))
Brac'da yerimizi yurdumuzu bulduktan sonra yemekteyiz... Yerimiz harika, tesadüf yine... fakat değişmeyen bir gerçek var... burada Türk'lerden yaka silkiyorlar... tarihi unutmamış halk, hala siz bizi 2 kez vıdıvıdı ettiniz diyorlar... fakat Türk aklı düşünmeden edemiyor... valla kardeş atalarımız ağzının tadını biliyormuş :p

Özmen'le güzel güzel sohbet ediyoruz o gece...

Feribot'tayız... Arabalar çok sıkışık tıkışık... birazdan pencereden ineceğim...

Kerum... inerken...

Ben mütevazi bir bilgisayar kullanıcısı olarak bu iki fotoğrafı ayırmayı başaramadım... gülmeyin... Oya aynı Oya!

Fotoğraflardan ilki, güzelim Split'te pizza cut'dan aldığmız dilim pizzalarımızı yedikten sonra otururken "sorry, could you take a photo plaeeeeesss.?" diye sorduğumuz, fakat kimliği gerçekten fotoğrafçı olan bir adam tarafından çekilmişti... Bu arada Split'i bir türlü bırakmak istemiyoruz....

Keruuummmm Split' taşınalııımmmmmm!!!

Fotoğraflardan 2. ise son günümüze tekabül ediyor... Trogir... hepsinin olduğu gibi onun da bir hikayesi var... ben yarım anlatıyorum... hepsi öyle dolu dolu ki...

ARKASI YARIN....