29 Aralık 2009 Salı

GÜVENSİZLİK KUTSALDIR..!

"Güvenlik diye bir şey yoktur; ne harici ne içsel. Güvenlik var olmaz; bu yüzden var oluş bu kadar güzeldir. Sabah güvende olmayı düşünmeye başlayan bir gül düşünün, ne olur? Eğer gül gerçekte güvende olursa plastik bir çiçeğe dönüşür; yoksa güvensizlik var olur. Güçlü bir rüzgar gelip tüm yapraklarını savurabilir. Koşarak bir çocuk gelir ve çiçeği koparır. Bir keçi gelir ve gülü yer. Ya da herhangi bir şey olabilir; çocuk gelmese de, çiçek ya da rüzgar gülü yerinden etmese de akşam olduğunda gül gidecektir.
Ama gülün güzelliği de buradadır; bu yüzden bu kadar güzeldir. Ölümle sarmalandığı çin ölüme, rüzgarlara meydan okur. Böyle küçük, minik bir çiçek ve böyle büyük bir mücadele...! Tüm zorlukların ve tehlikelerin üzerine çıkar; bir kaç saatliğine bile olsa, fark etmez. Zaman cisimsizdir ama kendi günü vardır. Yaşamıştır; rüzgarla konuşmuş, güneşle ve ayla sohbet etmiş, bulutlara bakmıştır. Ve mutluluk yaşamıştır, büyük mutluluk..! Sonunda ölür, tutunup kalmaz. Tutunup kalan bir çiçek çirkindir; sadece insanlar bu kadar çirkinleşebilir. Zamanı geldiğinde çiçek ölür ve toprağa, geldiği yere geri döner. Harici bir güvenlik yoktur, içsel güvenlik de. Güvensizlik hayatın özüdür.
Derin sevginin tek bir anı ebediyettir; güvenlik kimin umurunda..?
Güvenlik arayışında olmak, dünyevi olmaktır. Bir gül gibi güvensizlik içinde yaşamak başka bir dünyadan olmaktır.
Güvenlik dünyaya aittir; güvensizlik ise kutsal!"
OSHO

24 Aralık 2009 Perşembe

EV GEZMELERİ

Evde yalnız kalmaya başlamamla birlikte ev gezmelerine start vermiş bulunmaktayım; hatta ilk eve kabuller tamamlandı diyebilirim. Ne yalan söyleyeyim ben ev gezmelerini seviyorum; her ne kadar "sokak çocuğu" olsam da.. ayrıca evde yalnız kalmaktan, hatta sebepsiz durmaktan da hoşlanıyorum; her ne kadar aşırı sosyal bulunsam da.. evimi derliyorum, topluyorum; dağınık olsam da.. yemek yapmayı seviyorum; vakit bulamasam da.. hatta bazı bazı desparete hausewife moduna giriyorum; ne kadar career-minded bir insan olsam da..

Phantooooommm!!!


Küçük anekdot: Bugün kendime hazırladığım sofraya 3 defa sulandı Phantom. 1. ve 2.sinde söylenerek indirdim aşağı; 3.sünde elimi sallaya sallaya azarladım. fakat salak nonoş oyun zannediyo her b..ku... Bu sebeple 4.sünde artık hırpaladım, aldım bi de aşağı attım :( sonra çok üzüldüm; oturdum ağladım...

Kendi içimdeki şiddetti, anladım ve şaşırdım... Bir canlı bir canlıyı birşeyler anlatmak için bile olsa nasıl incitir..? Ya da şiddet bazen gerçekten gerekli midir? ben öyle olduğunu düşünerek yaptım, ama sonra üzüldüm.. Ben nasıl anne olucaaammm..?

Ne düşünüyorum..?

Kıvırcık bombasına o gece uydurduğum mantarlı, pırasalı, karabiberli makaroni yaptım. Fena olmadı beah..!

Neco ile konuşma telaşında bizimki:)

21 Aralık 2009 Pazartesi

EN UZUN GECE

Bu gece en uzun gece. 21 Aralık.
Pencerem köprüyü bu kadar net görmüyor...
fakat hep aşk'a bakıyor...
Can'ım İstanbul...
Bir şiir... İstanbul'a... Aşk'a...
Bu gece İstanbul'da aşık olanlara...

Serdar Tuncer/Sen İstanbul Kokardın..

PHANTOOOM..!

Bundan 3 hafta evvel (ne çok olmuş..?!) bir cumartesi günü koymuştum kafaya eve bir kedişle dönmeyi.. internetten bulduğum bir veteriner kliniğinden, orada bakılan, ücretsiz sahiplendirilmeyi bekleyen kedişlerle tanışmak için düştüm Sahrayıcedit yollarına... Oraya vardığımda baktım ki benim alacağım kediş bunların içinde yok. Bir yandan özgözlemci (sinir bozucu eğitici) kafa sesim "tipine göre kedi alınmaz" derken, ben karar verirken genelde başvurduğum öteki "iç sesimi" dinlemeye karar verdim... ne de olsa kendime eşya beğenmiyorum yaşıycam ben o nonoşla, gönlüm "evet işte bu demeli"... Öyle olunca küçük bir parça hayal kırıklığı ile çıktım ordan, düştüm kös kös yola... Dolmuşta giderken bir yandan hala araştırıyorum, kafaya koydum ya inatçı boynuzlarım kaşınmakta... Derken yine internette bulduğum bir pet shop-kliniği aradım; meğerse adamlar çok yakındalarmış, telaşla atladım dolmuştan...
Dişi, 2, 2.5 aylık, oyuncu bir kedi bakıyordum... evet buydu kriterlerim. Gittiğim pet shopta ise aradığım kriterlere uygun bir minik kediş verildi avucuma, dişi ya mıyyk mıyyk miyavlamasını bekliyorum... dişi miyavladı BÜYÜK HARFLE, şaşırdım... kedi sanki pavyonda çalışıyor :)
Sonra bu sırtımda gördüğünüz minik de kafesinde, uslu uslu durmakta... onu da kucağıma verdiler; ne oyun var ne neşe... narin ve kırılgan... bi de üstüne erkek... fakat yaydığı elektrik, ikimizin kimyası gönlümü çeliyor...

Ama kriter hesabı aldım dişiyi, koydum taşıma kutusuna götürüyorum... ne ki aklım hala pet-shop'ta... Biraz yürüdüm ve iç sesimi susturamayacağımı anlayınca herşeyi göz alarak geri döndüm. Kutuyu değiştirme bahanesi ile kediyi de değiştirdim... yaptım... Nihat tam senlik birşey yapmışsın dedi... Bilemedim...

Velhasıl... geldi nonoş yuvaya... Önceleri isim bulamadım; fakat doğumgünümde ismini Serhat koydu: Phantom! Maskeli görünümlü suratı yüzünden... (bkz. The Phantom of the Opera)
İlk günler koynumdan boynumdan inmiyor... Annem güven ver ona dedi, doğruydu anniko... şimdi de seviyor dokunulmayı, okşanmayı... (hangi canlı sevmez ki sevilmeyi..?) ama artık kendi doğasını da yaşamaya başlıyor... ve ben bunu seviyorum... yakında kuracak saltanatını da bilyorum... fakat yapsın... başka bir şey değil, olabildiğinin en iyisi, "kedi" olsun...
seviyorum keratayı...
fakat itiraf...
bu nonoş bile geldiğinde eve özgürlüğümü bir parça da olsa kaybetmekten korktum... tehlike kokusu aldım... ama geçti... belki çok küçük bir örneği ama çocuğu olan kadınları düşündüm, zor dostum, zor... Elif Şafak'ın Siyah Süt'ünü tekrar okumaya karar verdim... bence her kadının yaşayacağı deneyimi, bir başkasının ağzından dinlemek, özellikle bu deneyimi yaşamamış olanlar için... okunmalı...
Bense... ayrı bir ayarım... evet özgürlüğüme çok düşkünüm, fakat annemlerin korktuğu gibi sorumsuz da değililim... bilakis... fazla sorumluyum... bu garip karışımı taşımak da zor kardeşim...
Ayrıntı: Şu anda kafamdaki cevap yine tam zamanında, Joj FM'le birlikte geliyor:
"Listen to your heart..!"
Bir de bu hali... Genelde ben evden çıkarken duruyor böyle... romantik romantik boğazı (belki martıları) izliyor... Geldiğimde ise pür neşe... hopluyor, zıplıyor, parkelerde kaya kaya gidiyor, ellerimi ve ayaklarımı kemiriyor, onun için aldığım minik toplarını kanepenin altına kaçırıyor, tuvalet kağıdı rulalarını çözüyor, kağıtlar arasında bir banyo hazırlıyor size... bir de bir mırıldaması var ki, ömre bedel... alıyor bütün sıkıntıları... neşe veriyor neşe :))

20 Aralık 2009 Pazar

BAYRAMCI

Arefe günü, bir süredir benim evde ikamette olan ve evle ilgili ıvır zıvır can sıkıcı her türlü iş ve detay ile uğraşan anne-baba ile çıktık Ankara yoluna. Yarabbi ne trafik vardı yahu... Dinlenme tesisleri bir tek o gün iş yapsa bütün seneyi geçindirir mübalağası yerinde olurdu;)
Her ne ise... geldi geçti bir bayram daha... bu kareleri koymamın sebebi dedeciğimi paylaşmak sizlerle.. O her şeyi olduğu gibi görür, sever ve kabul eder... bu dile kolay 3 yetiyi pratikte uygulamak zordur ya hani, onunkisi doğuştandır. Hoşgörüsü deryadır, öyle ki bu güne kadar bir kişiyi yargıladığına tanık olmadım. O gereksiz her türlü detaydan arınmış, sade, saf insan özünün en güzel örneklerindendir.
Canım dedecim; bir süredir hastaydı, iyileşti çok şükür... Bayramda hemen yanıcığına kondum ben de..



Bu da kuzen dedikodusu... Kadınlar paneli vardı o gün.. Biz kadınlar, (bilhassa bizim aile) çok fenayız çoookkkk...!

İşte bu da peynir... bemsbeyaz kedicik.. Saltanatını çoktan ilan etmiş, kirli tabakta yemek yemeyen, keşfettiği lezzetlerin bir daha altına inmeyen nadide çiçek... her kedi gibi:) Özge kediden feyz alınabileceğini düşünüyor; aynen katılıyorum... artık benim de VARRR! Ama benimkisi minnoş daha :) O hikayeye geleceğim...

Teyzuş çok komik ya.. Bu fotoğrafını hiç beğenmesen de senin o gülen yüzünü, işveli cilveli halini değiştirmez bir fotoğraf teyzecim...

Bayramdı seyrandı geldi geçti...
Evdi, işti, ustaydı, devletimin bilimum idareleriydi gittik geldik...
Anne, (dişi kuş) evi eve benzetti,
Baba ile ben (minik kuş) ise İKEA ürünlerimizi aldık, çaktık, koyduk, yarattık...
Abarttık, marangozluğa özendik...
Anne babanın kıymetini, bazı işlerin imece usulü görülmesi gerektiğini bir kez daha anladık...
Yakınlarda bir kez daha uyarılacaktım fakat;
Gedizcim "her şeyi tek başına yapamazsın, bunu anlayana kadar söyleyeceğim" dedi...
Haklıydı...
İlk konuklarımı da ağırladık...
Hatta eve hırsızı bile soktuk...
Polisiye oynadık...
İki dizüstü bilgisayardan ibaret ziyaama eyvallah deyip kıymetli canımıza şükrettik...
Ziyaalardan bir tanesine güneş doğdu, garanti kapsamında süreci başlattık...
Gerekli tüm önlemleri ve alınması gereken dersleri aldık..
Bir daha şükrettik... bu defa muhtemel tehlikelerden önceki önlemlere...
Hanimiş nazar boncuğum...
Eve kediş kondurduk... içini mamayla doldurduk...
Şaraplar içtik, sohbetler ettik...
Nargilem bir üzümlü, bir çilekli, bir kavunlu tüttü...
Boğazı, karşıyı, geçen gemileri seyrettik...
Şimdi biraz sindirmek istiyorum bu hızlı geçişi...
Biraz durmak, sakin sakin boğazı izlemek istiyorum...
look the way you've passed through...

1 Aralık 2009 Salı

YENİ YENİ YEPYENİ...!





Artık ismim cismin, neye benzediğim, nasıl güldüğüm, nasıl kızdığım, türlü türlü hallerim, aşklarım-meşklerim, heveslerim, niyetim, duruşum, kaşım, gözüm, saçım unutulmadaaaaaan......

Yeni evim, yeni işim, (öncesini bilmeyenler anlayamasa da ;)) yeni saçım'la...

yepyeni fotoğraflar'la ve süpriz yeniliklerim ;) ile...

yine sevdiklerim, yine hayat, yine sevgi, aşk ve bilinmeyen gelecek ile....

ca'nım hayat'la...

Karşınızda olacağım.

Öz'üm söz'üm paylaşmak ister artık... uzak tuttuğum kendim'i tekrar katıştırcağım her bir hücre ile...

Sevgiler..............

9 Kasım 2009 Pazartesi

YENİ YUVAM

İstanbul'daki ciddi işlerim, yeni yuvamı bulmak, bir sürü ıvır zıvır püsür işleri ile uğraşmak idi ve takdir edersiniz ki hayli vaktimi aldı, hala da almakta...

Müjdeli haber...! Fedyoştaki geçici ikametim sona eriyor. Yeni yuvam: Salacak'ta boğaz gören çatı katım... henüz taşınmadım, İkea'dan aldığım eşyalar hala demonte olarak durmakta... yakında teşhir edeceğim... huzurla, sabırla beklemekte, hayallerle süslemekteyim:)

Geçtğimiz hafta sonu Nikot ile tüm kolileme ve taşıma işlerini hallettik... ellerine sağlık, teşekkürlerden bir demet sevgili Nikot... anne-babaya süpriz olsun istiyorum, şu ara uzak tutmaktayım...

Fedyoş'un dediği gibi, hep yeni haberler var bende... arayı soğtmayayım diyorum ama kaptırıyorum kendimi işin reel (mi real mi..?) kısıma kaptırıyorum...

PS: (Fotoğraf da Plitvitze'den, güa Crotia-2 yapacaktım :P)

Sevgiler........

TURNEDEYİM :)

Arkadaşlar, malumunuz son 2 haftadır turnedeyim... Çorlu, Körfez, Kocaeli, Türkiyemi dört bir koldan kucaklamaktayım... yukarıda görmüş olduğunuz fotoğraf da Gerede'ye gitmek üzere araç beklerken çekilmiş idi... o hün önce İzmit, ardından Gerede yaptım, hatta oraya kadar gitmişken Ankara'ya da mı uğrasam diye düşündüm, fakat İstanbul'da ciddi işlerimin olması sebebi ile dönüş yaptım (ciddi işlerim de zaten başlı başına ayrı hadiseler topluluğu)
Fakat çok hoş bir seyahatolduğunu hatırlıyorum... insanların bana iyilik yapmak için adeta yarıştıkları bir gündü... önce beni Otogar'a yetiştirmek için kendi aracını seferber eden Efe Tur :) adamı, sonra yine otobüsümü yakalamak için parasını almayı unutan taksici, sonra "ne olacak bu da benden olsun abla" diyerek çıkışmayan bozukluğumu alarak bana simit ısmarlayan simitçi, fotoğrafta gördüğünüz, elime çay, sırtıma koltuğunu veren, dolmuşçuyu tembihleyen amca ve son olarak, "buraya kadar gekmenize gerek yoktu avukat hanım" diyen icra müdürü (gerçi sonuncusu biraz sinir bozucu olmuştu:))
Sade, sevgi dolu, gönlü zengin insanlar... içimde sevinç, camdan vuran güneş ışığım, seyr-ü sefam, kucağımda kestane şekerim... bir de kitabım... ben yolları severim:))

28 Ekim 2009 Çarşamba

FEDYOŞUN DOĞUM GÜNÜ

Fedyoşun doğum gününde Sofyalı Meyhane'deyiz... hava öyle güzel ki, tam açık hava meyhane havası...
Fedyoşum, Karmen'im seni çok ama çok seviyorum... iyi ki doğdun, iyi ki varsın :)


Özgem burda ustan Oscar Wilde gibi çıkmışsın... bu iltifata sevineceğni düşünüyorum... Totobaz Özge... bazen bu canlı, ateşli konuşmacı, sahneci halini seviyorum Co ;)

Ne zaman sonra hep birlikte buluşuyoruz.. Doğum günü bahane :p ama pasta istemeyen kıza nasıl yaptık küçük pasta süprzini... olmaz kızım, bizim de gelenek, görenek, anenelerimiz var...
PS: Arkadaki kalpli balonu ben aldım Fedyoş'a, ihiihihi :)

Onur ve Özge "aşk" ve "ilişkiler" üzerine konuşurken... Totobaz..!

Fed-On ikilisi...

Ayşe ve İpenk... Hepinizi çok seviyorum can'lar...
Dönüşte Gedizin hediye poşetinin altının delindiğini fark ettik, fakat daha da acısı hediyelerimden biri olan t-shirt'ün içinden düştüğünü ise ertesi gün öğrenecektik... sağlık olsun... sana t-shirt'ler feda olsun... ayrıca bazen kaybetmek iyidir, ben imanırım, giderken kötülükleri de götürsün...
İYİ Kİ DOĞDUN, İYİ Kİ VARSIN GEDİZ... VE BEN SENİ TANIDIĞIM VE DAHA GÜZELİ SENİ YAKINIM BİLDİĞİM İÇİN ÇOK ŞANSLIYIM...
HERŞEY AMA HERŞEY GÖNLÜNCE, MTLU OLSUN SEVGİLİ GEDİZ...

MİMAR TAYFASI

Hatırlar mısınız bilmiyorum, Londra'dan arkadaşım Onur ve sevgili arkadaşlarıyla buluştuk geçen haftalarda... yahu bu adamlar çok komik ya... hepsinde bi derya hikaye.. Onur zaten yerinde durmuyor, gezici kütüphane dedim hatta bugün kendisine:) bu aralar Edirne'de kazı yapıyorlar, kaçtır çağırıyor... bi fırsat bulup gidemesem de kazı bitmeden yakalayacağım, sözüm söz:))

En öndeki arkadaş Viking korsanlarına benzemiyor mu sizce de..? :)

Hepüsü doktora öğrencisi, hayatı bir yerinden kırmış, türlü yerlere sık aralıklarla konan, hatta ayıların olduğu bölgelerde kamp kuran bu şeker insanlarla çok keyifli bir geceydi... Onur'un memleketi Artvin'e de gideceğim, her sene kalkan otobüs, bu defa beni de götürecek... diye zar atıyorum... bakalım neler olacak...?

11 Ekim 2009 Pazar

NE YAPTIK...? Geriden sayım

Kerum'la bu defa Asmalımescit'te locadayız.. Locadayız diyorum, çünkü cumartesi gecesi insan selinden zor şartlar altında ilerleyip daha önce rezerve olan en güzel masanın sahiplerinin bir anda caymasıyla tüy gibi uçuveriyoruz masaya.. şanslısınız diyor garson kız ;)

Zafer bakışı ;)

Moda iskele... İstanbul'un belki de son yazdan kalma haftasonunda güneşin tadını doyasıya çıkartuyoruz.. hayır, utanmasam yanıcaktım bir ton defa.. 'yazdan kalma bir günden, ya da çölde çay filminden benim de sahneler aklımda'

Deli gibi temizliğe girişmeden az önce... delirmiş miydim ki... kendi kendime klip çevirdim ki :))

Poz..!

İçim kaynıyor... zihnim uçuşuyor... bir yandan deli gibi dans etmek, bir yandan kültürel faaliyetlere akmak istiyorum bu aralar... bir meltemin teni okşaması gibi hafif, tüy gibi var olmak istiyorum... sade... o masum isteğin peşindeyim...

Bunlar da Fedyoş'taki hazinelerin bir kısmı... okumadığım kitaplara sulanıyorum... bu ara çok okuyorum... Kosif ne çok kitap okuyorsun sen, hep elinde başka kitaplar görüyorum diyor... öyle... şimdilerde elimde 'Yoga' var... süper! Bedenden önce felsefe gelirmiş, oysa ki ben bir takım hareketler dizini olarak bilirdim yogayı... Diyor ki bilge kişi: 'bir çözüm peşindeysen yanlış yerdesin... yoga sadece var olma bilimidir..!'

Hafta arası saçma bir Moda kaçamağı... o kadar işin arasında bir çay içimlik kaçıyorum... saatleri durduruyorum, kaçamağımın tadını çıkarıyorum... bir tarafımda deniz, öteki tarafımda senelerdir gönlümü koyduğum teraslı daire... evet artık dolu... hatta nispet edermiş gibi görünen ev sahiplerinin cam önü kahve keyfini dikizliyorum bu defa :p

İpekoşla buluşup hasret gideriyoruz... İpek bayramda Londra yolcusu... yürü be İpek :))


Geçen hafta sonu... Fenerbahçe'de demleniyorum... Türk kahvem, nargilem...

HERKESE HARİKA BİR HAFTA DİLİYORUM...
Yeni Sloganım, telefonumdaki kalıcı yazı:
'ALL YOU NEED İS LOVE!'

3 Ekim 2009 Cumartesi


İnatçıyım, dikbaşlıyım... içimdeki yıkıcı bir taraf var, farkındayım...
bazen kendi kendimin sabotajcısı, gizli şantajcısıyım...
rahat vermiyorum, huzurunu kaçırıyorum oluşun...
zoru seçiyorum, zora sokuyorum... yoruyorum...
yapıyorum...
keskin sirke gibi küpünü hırpalıyorum...
sonra da incitmeyi hiç istemediği küçük arkadaşını avuçlarında inciten dev gibi üzülüyorum...
O'na... kendime...
En kötüsü de kararsızım...
artık kabul etmem gerekiyor... karar verme sürecim sancılı...
ban her şey mümkün, her olasılık kendi şartları içinde yaşanılası gözüküyor...
her şeyin bir haklı sebebi... bir rengi... bazen ifadeye dökülemeyen öz'ü oluyor...
siyah ve beyaz... güzel ve netler...
ama "benim adım ebruli... biraz gerçek biraz hülya..."
Nurettin Bey'den inciler... Ben harika karar veriyorum, diyor adam... karar vermeye bayılıyormuş... ne güzel...
zaten olması gereken de bu... ki ben de bunu çok iyi biliyorum...
Kartopunun en güzelini ben yapıyormuşum...
ama başkaları atmakta benden daha başarılıymış...
hadi artık, oyuna katılsaymışım...
haklısın Kerum...
Son olarak... ben kendimi hem severim, hem döverim...
çünkü kendimden yola çıkarak dünyayı anlamaya çalışıyorum...
Ne yapıcaksınız bu da böyle ;)
PS: Şu yazdıklarımın yanında "De Profundis" halt etmiş :)

30 Eylül 2009 Çarşamba

DON FED'LE LİMONLU BAHÇE KEYFİ

Eskimeye yiz tutan anlardan bir tanesi, fotoğraf albümüme bakarken blog'uma takılıverdi...
bayramdan önceki, dört nala koşturduğum, duruşma defterinden başka ajanda kullanmayan ve ajanda kullanmayı da sevmeyen bir insan olarak, her türlü özel işimi dahi planlı olarakj yaptığım bir haftaydı... amaaaaa gördüğünüz gibi Don Fed'le Taksim'de buluşmaya da vakit ayırabildim... Gediz'le Taksim'de buluşmak da acayip tabii, ona Kadıköy'deki evinden havadisler veriyorum arada ;) Ayrıca bir ayağım Taksim'de diye de gerçekten seviniyorum.... Her karşıya geçtğimde bir alo..?

Şarap ve peynir tabağı... Limonlu Bahçe'de güzel şarap ve bira tabağı da var... Asıl ilginç olan bir şey daha var, o da kedi kovucu fısfıslar, camsil fısfıslarından... ne gerek var kardeşim diyorum tabii fakat Fedyoş çok memnun bu işten... hatta kedi kovucu piyasasında en beğendiği su tabancaları imiş... eee dedim ne olacak onlar, kedilerin üstüne mi sıkıyosun..? eveet dedi zevkle... hasbin..... anlayamıyorum ama kabul etmeliyim sanırım "she hates cats!"

but I love Don Fed..!

28 Eylül 2009 Pazartesi

ÖZLEDİMMM...!

NASIL BİŞİYİM..?


Bi dünya felsefe yaptım aşağıda ve sıkılıverdim birden, aman canım yaşıyorsan yaşa bunları düşüneceğine dedim... peki yaşarken beynimin bir tarafı benden bağımsız bu felsefeyi yürütürken, bir tarafı da nasıl oluyor da an'ı yakalamaya bu kadar hevesli oluyor, olabiliyor..? Bir nevi filtre gibi içimdeki bu bağımsız bölüm... Öz'lik Denetimi ;))
Bilene aşk olsun, ama olsun, AŞK hep olsun...!
Felsefe kırıntılarımı aşağıda bulacaksınız:

Ne isen onu yaratıyorsun gerçekten... aslında tam da olmasını istediğin gibi, "beklediğin gibi" oluyor herşey...
Duyduğun her ses, gözünün değidiği her göz, mekanlar, işin, arkadaşların... hepsi bir zincir değil mi... hepsi bir parça sana dair ve hepsi birer ipucu geleceğe... değişmezsen eğer... tabii o da eğer mümkünse...
Beni bugünkü ben yapan her şeyi çok seviyorum... ve her zaman olduğum gibi, her yerde olabileceğim gibi, mutluyum...
Fakat asıl ben başka bir şeyin peşindeyim... "gerçek hakikatin"... yani yalanın olmadığı o yalın halin... yanlış anlaşılmasın yalanı dışarda değil, bilakis içimde arıyorum... ve her şeyin o öz'ümden gelen doğrulukta olmasını istiyorum...
manyak mısın diye soracaklar olursa, eyvallah diyeceğim...
Bugün Nurettin Bey, özgürlüğü "hiçbir şekilde yalan söylememek" olarak tanımladı... ben daha da genişleteceğim, bunu yaptığında dahi kendini iyi hissetmek diyeceğim... var mı öyle birşey...?
Çekinmeyin söyleyin, var mı delilik...?
PS: Dün Erhan Bey'i gördüm bana çok iyi geldi... (Şenol'u da unutmayalım:))

22 Eylül 2009 Salı


Yoktum yine bir süredir; seslerden gözlerden uzak köşelerdeydim..

Dursa da yazılar aktı hayat.. bildik öğretmen taşları önce yerinden oynattı, sonra yerine oturttu..

"hayatının alt üst olmasından mı korkuyorsun..? Peki nerden biliyorsun hayatının altının üstünden iyi olmayacağını..?" demişti Şems,, unutmadım..

Tuhaf olan, bir çok kez olması gerekene mani olan insanın direnci, dirayeti olmasıydı...
ne büyük gaflet, ne körlük...

Öyle ya "her şey olacağına varır."

Çok mu soyut oldu, çok mu anlaşılmaz..?

Velhasıl...

yaklaşık 1 aydır Don Fed'in evinde ikametteyim...
bana evini ve kalbini açan canım arkadaşım.. zaten hep severdim Gediz'e gitmeyi ;))

Aklımdan uzun bir süre çıkmayan şarkı:

"ne gemiler yaktım
ne gemiler yaktım
o kadar yandı ki canım sonunda karşıdan baktım
ne göreyim kendime yıldızlardan daha uzaktım...

bu kızı yeniden büyütmeliyim,
kor ateşlerde yürütmeliyim,
değirmenlerde öğütmeliyim...
farkındayım... farkndayım..."

Şimdilerde ise... suyun yolunu kesmiyorum, bırakıyorum ki aksın... aksın bulanmadan, karışmadan, berraklığı unutmadan...

yukarıda anlattığım sadece bir penceresi ise de dünya evimin, bu desturu hayatımın her alanına yaymaktayım...

Bulutlarım, güneşim, tahtada dersim, cebimde leblebi şekerim....
mor kelebeklerim...
Koş OYA Koş..!

5 Eylül 2009 Cumartesi

BÜYÜK LONDRA OTELİ

Şimdi yaptığım kaçamağın ta kendisi... Bildiğiniz tarihi Londra Oteli'nin şu gördüğünüz barında akşamın saat 8'inde hissedarlar sözleşmesi düzenlemek de neyin nesi..? Fakat yarım kaldı yine, kalanı yarına... Kerum'la yemeğe gideceğiz birazdan, Gedikli Meyhane'ye....onun ruhu bile duymuyor şimdi burda bu işle meşgul olduğumdan,, kikirik kikirik ;))

22 Ağustos 2009 Cumartesi

HEY!!!


Ey ahali,


Ey Ademoğlu...!


Sesleniyorum size...


Bir diyeceğim var bu müşterek işgale,


beyhude mevcudiyete...


Gelmek - gitmek


yok iken var, var iken yok olmak...


fani suretlerden baki deryalara yelken açmak,


bakilik ile mest olmak, fanilik ile meşk etmek...


bu iki dünyanın elinde ziyan olmak, ne için..?


geçip gitmek, uğrayıp görünmek miydi niyetin..?


beyhude gayretin..?


sahi, neydi sebeb-i hakikatin..?


sual etmiş miydin evvelde, yoksa ilk mi bu mana ziyaretin..?


Bilen var ise derc'etsin bu emvalde,


bir seda var ise uzaktan düşecek bu sese,


bir ah var ise değecek bu kalbe...


tesadüf etsin tez elden bu faniye...


Her ne sıfat, her ne suretse yolunda iz süren, zıynetindir...


seslenenler, ah edenler bizimdir, kıymetlidir...


O.Ö

NE OLDU..?

Ne oldu bilen var mı...?
yaban eller, uzaklar, soğuk, kara kış oldu...
çokken birden hiç oldu....
"her şey olacağına varır" dememiş miydi Şems...
peki beklemek, dinlemek zamanı mı şimdi, bilen var mı..?

bu sessizlik... gerçekten istediğim miydi...?

4 Ağustos 2009 Salı

OYAT IN CROTIA..! 2


KIRK ADASI

Kırk adasındayız... Yanlış duymadınız... Kirk değil, Kırk. Dolu dolu Güneydoğu şivesi gibi ;) Rijeka'dan geçiyoruz Kırk'a... feribotla değil, acayip bir köprü üzerinden... ne güzel yerler gmrdük Kerum..!

ne temiz su... ada... İçimiz de öyle mi acaba...? Ben Kerum'a Kerum bana ayna olurken... bir adım daha...


Canımmmm.... Ama yine de gülmekten kendimi alamadım :)) denizdeki yalnız adam...

Kadir kıymet bilmezliğin böylesi... Kardeşim şu fotoğrafta gördüğünüz adamın eli yüzü yanmasın diye yüz için ayrı, vücut için ayrı faktörde aldığım kremleri sürmeye teşvik ediyorum... 2 gün sonra aldığım cevap: senin yüzünden yüzümde sivilce çıktı...! Ne dersiniz... Buna ilave olarak arkadaşın bir de ensesi yanmış, suçlu çocuklar gibi önüne bakmaktan, ordan da bize çıktı fatura... Ensem yanarken nerdeydin Konzum..! Yarabbi...! Ula erkek çaprisu deduklari bu midur, yoksa sevcilüye naz mı edeyisun da..!

Deniz ürünleri tabii ki... ne vardı tabağımda acaba.. dur bakiim... tamam; ızgara kalamar, ızgara ahtapot ve ıspanak (neden ıspanak..?).... Şarabımız... Kadehimi sana kaldırıyorum Kerum...

Limanı ve yelkenlileri çok beğeniyoruz... Nikot teknelere teşne... Oya ise orsa halinde tam da...
dağılıyor parça parça karanlıklar
açılıyor simsiyah bir gece
uzanıyor dalga dalga sonsuzluğa
unutulan düşlerimiz nerde..!
sevgiyle başlayan hayat
seni bir gün çağırınca.....
vira vira demir aldı dünya
açılmış hayalleri rüzgarlara
vira vira dalgalandı bu dünya
terkedip halatları limanlarda...
YOL ANILARI:
Recep ve ben... :))

Recep ve Nikot...

Zadar yolunda bu güzellikte bir mola... Recep mutlu, ben mutlu, Nikot direksiyon başında... Bi alışamadım şu araba kullanmaya... hayır vakit benim derdim, söz veriyorum gidince aksatmadan alıştırma yapacağım... alacağım firar etme özgürlüğümü elime :p

Bendeniz... Sanatım güzel olmamaış mı hocam..?

Öz', senin huzurlu gülümsemeni özledim... nerde kaçırdım rotayı... Kutup Yıldızı... sen sabitsin ama ben bilmiyorum yerini hala semada....

Dünya güzeli çiçeklerim... Taaa Zagrep'ten... O güzel pazar yerinden... Seviyorum seni, düşünceni, rengini...

ZADAR:
İşte o güzelim gün batımı... Alfred Hitchcock'un, dünyada en güzel gün batımının Zadar'da olduğunu söylemiş... Doğru söylemiş... Fakat tam zamanında geliyoruz biz yine... Tasalanmadan, telaş etmeden... tam tavsiye edildiği gibi, en güzelinden... İşte bu ikimizin ruh hali bileşimi... bizim kimya... spontane iyilik, şans, güzellik... tek yürek, özgürlük...
Ne idi unuttuğum... ne oldu bana Kerum..? :( Ne oldu ise iyi ki oldu ama bünye özüyor o hali... bak bir keşif daha... özlemek.. öz-le-mek... insan hep öz'ünü özlüyor aslında değil mi..?
Kordon diyorum ben... Gün batımı sahil şeridi... Daha evimiz yok, odamız yok... ama ne gam.. Biz varız kardeşim... bakalım bugün kısmet şapkasına neler düşmüş..? (Halet-i ruhiye özeti) (Tedbirli ve aklı baliğ insanlar olduğumuzu hatırlatmaya gerek yok, fakat bildiğimiz başka bir şey var işte.. anlatılmaz, yaşanır ;))

Bu gördüğünüz mavi ekran... gün batımızının karşısına konan kocaman, yuvarlak bir platform... gündüz güneşten aldığı güneş enerjisi ile gün batımı ışıklandırılıyor... değişik renkler ve şekiller alıyor... Tanga terlikler ;)

Nikot'un kafasını yine kesiyorum, kendimi çekiyorum:) kahvaltımız harika... fırıncıdan bana çekirdekli, esmer ekmek, Öz'e bazlamayı andıran garip ekmek, sandvich peyniri, meyve suyu, meyveli yoğurt... daha ne olsun hocam..? fakat meyveli yoğurt için kaşığımız yok, karşıdaki çay bahçesi, dondurmacı abilerden kaşık istemek görevini üstleniyorum... abiler şeker, çay bahçesinin karşısında sahildeki yerimizi gösteriyorum... iade edilmek üzere kaşıkları ödünç veriyorlar...
yerimiz harika... önümüz deniz... yanımızdan nsanlar cup diye denize atlıyor... fakat bi dakika.. burası şehrin göbeği.. nasıl olur... Oluyor işte, tertemiz deniz... insanlar kitap okumaya, güneşlenmeye, yüzmeye, kısaca vakit geçirmeye şehrden sahile iniyorlar...
Zadar'a taşınalım Keruuuummmmm.....!
Fosa... Karşıdaki balıkçının yerine bak... muhteşem.... Arkamda şehrin tarihi surları... Bu şehir kalbimi vurdu, hem de çok fena...

Öz'.... Ufka bakıyor... göz ucunda yelkenli.... kafasında hayali... sade kendisi... olduğu gibi...
Oya seviyor seviyor seni...
Beraber oturuyoruz bir süre bankta.. konuşuyoruz sakin, huzurlu... iyi geliyor ikimize de.. fakat bir yerimiz hala telaşsız... Oysa ki Split'e gitmek gerekiyor artık.... Ama dur daha dondurmamızı yiyeceğiz....
Hayatımda yediğim en güzel dondurmayı Zadar'da yiyorum... aynı zamanda Hırvatistan'da da yediğim en güzel dondurma... bir top yoğurtlu vişneli, bir top çikolatalı... Hırvatistan'da 2 meşhur şey: dondurma ve pizza... Dondurmalar öyle bildiğiniz gibi top top değil, tepeleme... bir top hayli büyük... tabii görmesini bilene;) bana yine "en aşağı iki top" :))
İşte Zadar'ın kuşbakışı görünümü... Yaşanır mı yaşanmaz mı...? Ben yaşarım, hala diyorum yaşarım. (Annem duymasın... hem ben de özlerim... ama yaşarım kardeşim :p)

Old city'nin girişindeki oyuncak tramway... fakat süs değil, kullanılıyor diye hatırlıyorum.. yoksa uyduruyor muyum...?

Nikot, eski iki yapıyı birden kadraja sığdırmayı başarıyor... güzel fotoğraf çekiyor söylüyorum... geliştir diye de söyleniyorum... Aynı hevese ben de baş koydum bile... gelecek planları içinde o da sırasını beklemekte :)

St. Francis Church and Franciscan Monastery. Ortada Samara kuyusu... ve canımın içi...

SPLİT
Hırvatistan'da en beğendğm, beğenmekle kalmayıp aşık olduğum, kalbimi 12'den vuran bir şehir... Türkiye'nin İzmir'i diyorlar fakat, ayıptır söylemesi şehir, tarih ve doğa güzelliği olarak İzmir'i geride bırakıyor. (Bütün faşist İzmirli arkadaşlarımı karşıma alarak dürüstçe haykırıyorum: Split güzeeeeeellllll!!!)
Burada Öz' ile suya para atıyoruz... Öz sağlık dilemiş canım benim, gerisinden emin... benim dileğim başka, çeşitli.... Zaten Öz' gelenekçi, ben çeşitçi :))
Split'in merkezindeki old city... Kapalı çarşı diyorum buraya... Hediyelik eşyalar, takılar, müzeler ve traditional öğeler mevcut... Buradan hediyelik eşya alalım diyoruz... sonra vakit kalmıyor... ben Özge ve Ayşe'ye süslü bir at nalı ev hediyesini kapıyorum.. (hala vermedim bu arada :))

O güzelim akşam yemeği... Yine deniz ürünleri... "Ah Konzuuummm nasıl yiyeceksin onları" diyor Kerum, "tasalanma, ben beceriyorum" diyorum... Saçma br iddiaya giriyoruz... ben kazanıyorum... evet kardeşim okula erken başladım, hemi de 5.5 yaşında... hahaha hala komik buluyorum :))
Karşımızda canlı sokak müziği, hatta br kadın dansetmekte...
Aklımızda bir parlayıp bir sönen güzel bir hayal... bir kıpırtı... bir heyecan... acaba...?
(Bu arada daha evvelden kaydettiğm Split fotoları silinmiş, bi ara tekrar döneceğim)
BRAC ADASI
Golden Horn plajındayız... Gerçekten altın bir boynuz masmavi suların ortasında uzanmakta... denize boynuzun istediğin tarafından girebilirsin... Su harika... hava kendinden klimalı, nasıl bir rüzgar... (Annem olsa Golden Horn falan dinlemez, sevmezdi ;)) Biz bayılıyoruz, ama biraz üşütücü buluyorum kendi adıma... Öz' biraz uyukluyor... ben biraz kitap takılıyorum... sanırım daha kalacak yerimiz belli değil, zira Split'ten yeni geliyoruz adaya... doğru... fakat ne gaammmm.... sevgilim yanımda, huzurum cebimde, neşem kalbimde:))
Brac'da yerimizi yurdumuzu bulduktan sonra yemekteyiz... Yerimiz harika, tesadüf yine... fakat değişmeyen bir gerçek var... burada Türk'lerden yaka silkiyorlar... tarihi unutmamış halk, hala siz bizi 2 kez vıdıvıdı ettiniz diyorlar... fakat Türk aklı düşünmeden edemiyor... valla kardeş atalarımız ağzının tadını biliyormuş :p

Özmen'le güzel güzel sohbet ediyoruz o gece...

Feribot'tayız... Arabalar çok sıkışık tıkışık... birazdan pencereden ineceğim...

Kerum... inerken...

Ben mütevazi bir bilgisayar kullanıcısı olarak bu iki fotoğrafı ayırmayı başaramadım... gülmeyin... Oya aynı Oya!

Fotoğraflardan ilki, güzelim Split'te pizza cut'dan aldığmız dilim pizzalarımızı yedikten sonra otururken "sorry, could you take a photo plaeeeeesss.?" diye sorduğumuz, fakat kimliği gerçekten fotoğrafçı olan bir adam tarafından çekilmişti... Bu arada Split'i bir türlü bırakmak istemiyoruz....

Keruuummmm Split' taşınalııımmmmmm!!!

Fotoğraflardan 2. ise son günümüze tekabül ediyor... Trogir... hepsinin olduğu gibi onun da bir hikayesi var... ben yarım anlatıyorum... hepsi öyle dolu dolu ki...

ARKASI YARIN....