11 Ekim 2008 Cumartesi

YÜKSEK YÜKSEK TEPELER...


İngiltere'ye gidişime 2-3 hafta kala (öncesi de var) yakın çevrem tarafından her gün tacize uğramaktayım.. Ev arkadaşım cesocum her gün bana gidişime kaç gün kaldığını bir görev bilinci ile hatırlatmakta; telefonla görüştüğüm veya bir şekilde rastgeldiğim insanlar ise ya gidişime kaç gün kaldığını sorarak cevabını (bilhassa) benim ağzımdan duymak istemekte, ya da kendileri sorunun cevabını verip (benim adıma) serzenişte bulunmakta.. hikayenin kahramanı benim ise tüm bunları son güne kadar unutmak istememim veya bu yöndeki söylemlerimin yakın çevrem açısından bir etkisi olmamakta.. kızım sana söylüyorum ama gelinim sen anlama:)

Hatta.. üstteki fotoğrafım üzerine cesocum'un yaptığı yorum, "yap yap, nerde şımarcaksın sen bir daha böyle" idi.. yediğim elma ile memleket özlemi (şimdiden) boğazımda düğümlendi.. bir tek kına eksikti.. ceso'ya söyledim hep beraber söylensindi: "Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar, aşı aşı memlekete kız vermesinler, hem annemi hem babamı ben köyümü özledim..."

BONUS KARDEŞLİĞİ:)


Ces ve İpenk.. Canım kıvırcık kardeşlerim.. Seviyorum sizi:)

GECİKMELİ YAYIN

Bu blog'da yer alan görüntü ve yayınların büyük çoğunluğu gecikmeli yayındır; okuyucuya yaşanmışlığın arkasında aktarılmış hissi vermesi yanıltıcıdır; hatta şu anda blogda saat ayarı dahi yoktur.. durum tamamen yazarın ihtiyarındadır; kusuru (günahı) boynunadır.. ancak yazar okuyucuyu bu konuda uyarmıştır. "Tüm hakları saklıdır."

6 Ekim 2008 Pazartesi

MASUMİYET MÜZESİ

Umutla kendini var eden, özünde umutsuz bir aşk var kitapta.. yoklukla büyüyen, olumsuz koşullardan belki de kamçılanan, bir insanın düşü.. var olma niyeti, var etme yeteneği.. akıntıya karşı kürek var, akıştan kopma, teslimiyetin arkasında gizlenen başkaldırma.. "şalamar şalamar firardasın tersine, yine de eteklerin geçmiyor başına..." Aşk bir yandan insanı özüne yaklaştırırken bir yandan özünden kopartıyor; insanın bir yandan canına işlerken bir yandan canına tak diyor.. mizacı sabırsız olan aşk, sabretmeyi de öğretiyor.. ateşin üzerine buz, yaranın üzerine tuz diyor.. aşk acıyı da seviyor; acı eşiği ise kişiden kişiye, hikayeden hikayeye değişiyor.. Derinden giden sonbahar yaprakları için müzelik eşyalar biriktirirken, derinden hoşlanmayanlar için rüzgarda yıkılan kumdan kaleler kuruyor..

Kalkamama sendromu, çelişkili ruh hali, eşyaların iyileştirici (hasta edici) meziyeti, tesellinin yanında akıttığı gizli zehri.. bilenler bilir, eşyalar tehlikelidir; saklama niyeti ile alınan eşyalarda temkinli olmak gerekir.. eşyalar sabittir; sen geleceğe akarken onlar an'da kalırlar, sen unuturken onlar hatırlatırlar..

Aldatan erkekler, sadık kalanlar, 2. kadınlar, aldatılmayı kabul eden kadınlar var.. Tüm bu insanların kendilerine has, biricik hikayeleri olsa da aslında ortak bir paydayı paylaşırlar..
Her şeyden öte roller ve seçimler var hayatta.. üzerine giydiğin giysiyse, kendini giydiren terzi kendin oluyorsun; hem terziliğini unutup bir de rollerini suçluyorsun..

Tüm bunların dışında 1970 - 80'lerin İstanbul'u, o yılların ruhu, ayrıntılarda gizlenen yaşam tarzı, tabuları ve nezaket kuralları.. Burjuva hayatı, Nişantaşı yolları, Çukurcuma yokuşu, yazlık sinemalar ve Meltem gazozu:) Memleket sevgisi veAvrupa özentiliği.. hepsi büyük bir içtenlikle anlatılmış..

Kendinden bir şeyler bulmak isteyen herkese kitabı tavsiye ederim..

C.TESİ POSTASI: GURMELER LEZZET AVINDA


Tatlı sevenlere ve yolu Ankara'ya düşenlere duyurulur... ArjantinCaddesindeki Cafe'mizin frambuazlı cheesecake'i muhteşem, ayrıca servisine de diyecek yok söylemeden geçemeyeceğim ve fakat fotoğraftaki yer orası değil, onu da belirtmeden edemeyeceğim.. (Yazarın sözlerinden sual olmaz imiş:))

4 Ekim 2008 Cumartesi

BAYRAM GÜNLÜĞÜ


Canım ailem...


Annikoların can'ı ve cananı...

Sereserpe...

28 Eylül 2008 Pazar

ANKARA'NIN KOKUSU...

Sabah bir başka akşam bir başka oluyor..başka hiçbir şehrin kokusu Ankara'nınkine benzemiyor..hatta hafif serinlik de varsa ve bu serinlik hafifçe burnunu da yakıyorsa tadına doyulmuyor.. içimi kıpırdatıyor, heyecanlanıyorum:)