5 Haziran 2009 Cuma

Greenwich Gezisi

Bota binmeden önce London Bridge dolaylarında gezinir iken, London Dungen'ın önünde bu kötü adamlar davet ediyordu bizi içeri.. sahi bi korku tüneline binmeyeli ne kadar oluyor.. severdim de ben... Hayatımda en çok korktuğum korku tüneli, çocukken babamla bindiğim, içinde kocaman turuncu bir gorilden başka bir şey olmayan korku tüneliydi.. goril ayakları ile bizim arabayı ezmeye çalışıyodu, ne korkunçtu Yarabbi..! ;)

Adam bana saldırdı, ben de onun gözünü oydum..

Bottayız ve bota binmenin aslında ne kadar kolay olduğunu ilk defa deneyimliyoruz... keyfimiz çok yerinde, bottaki cıvıl cıvıl çocuklar bizi daha da neşelendirmişti.. Aaaah aaahhh LOndon :(


Yena o gün bizi deli etti, atmıyorum 1 saat aynı mekanda olup da birbirimizle buluşamadık. Hatun Tub Station'un yerini bir türlü bulamadı, hepimizin kontürünü de bu sayede bitirdi... üstüne gezi boyunca sürekli kaybolup durdu, çocuğumuz gibi onu aramalara çıktık... ablacığımı şimdi daha iyi anlıyorum.. zira biz aynı ilkokula devam eder iken, büyük öğle teneffüsünde eve gider sözde yemek yerdik.. fakat ben o zamanki kankimle her gün yeni yol keşfetme oyunu ile birden gözden kaybolur ve ekseriyetle teneffüs bitiminde ablacığpımla görüşürdüm.. tabii ablam o arada beni (bazen arkadaşları ile) aramaya giderdi, sonra annemlere şikayet.. evet yaramazlık kabul... fakat arkada ağır ağır ablamları takip etmek kadar sıkıcı bir şey daha olmazdı o çağda bana göre... hafifletici neden ;)

Bu da dönüş artık...

İşteeee o meşhur saat... gerçek bir turist gibi hemen saatimin ayarını Greenwich'e göre ayarladım... evet yaptım :))

Bu adını bir türlü telaffuz edenediğim Evgenlia (isim hala yanlış olabilir:)), Rus arkadaşıma kısa zamanda çok ısınmıştım.. Rus Havayollarında hostes kendisi... bulmuşken merak ettiğim herşeyi soruyorum kendisine... ve en çok merak ettiğim şey, gittikleri ülkelerde seyahat ve tatil imkanlarının olup olmadığını öğreniyorum; cevap müspet ;) Evgenlia 16 yaşından itibaren yalnız yaşamaya başlıyor, kendisi St. Petersburg'lu (nadiren bildiğim Rus şehirlerinden, onu da Anna Karenina'dan biliyorum), üniversite okumayıp o tarihten beri çalışıyor; üniversiteyi dışardan bitirmeye uğraşıyor şimdilerde... tatilini de işte böyle 1 ay Londra'da dil öğrenmeye "teşvik"le geçiriyor... seviyorum böyle cesur, güçlü kadınları... ha bir özelliği daha, utangaç... ikisinin karışımı daha da güzel :)

Yena'yı bulduktan sonra parkta kahvaltı yapıyoruz....
Manzaraya bakın... Greenwich Park... ne kadar güzel değil mi... özlediiiimmmm yeilini canım London.........
Yokuşu tırmanırken...........

Poz ;))
Müzedeyim.. neden bu kadar şaşırdım acaba..?

İşteee, bu da "0'" Line (meridyen) ve işte canım İstanbul... hemen dercesini bulup belgeliyorum...

3 Haziran 2009 Çarşamba

MY GOODBYE PARTY

Soho'dayız......... Kendi partim olduğu için sorumluluk bilinci vaktinden önce gidiyorum buluşma yerine.. ve "olağan şüpheliler" tarafından uzun bir müddet kök salmak durumunda bırakılıyorum.. bu arada 2 tane çikolata midemdeki yerini buluyor, beni biraz da olsa gevşetiyor.. kardeşim biliyorum ben başıma geleceği, boşuna geç kalmadım onca vakit buluşmalara.. ama adettendi.. bir defa 20 dak. cepte, hatta erken gelen ya Alman, ya enayi :) bir de İtalyanlar varsa grupta, artık onlar direkt mekana join olurlar, bekleyemezsin, isilik çıkarmayı bırak cüzzam olursun vallahi...

Ali'nin o gece formu yerinde güldürüyor bizi...

Hepimiz mayışmışız, bu ne biçim bir fotodur..?

Dedikodunun beline.. Nihal, Guinnes kaka birası ve düşmüş çenesi... son gün demleri... İstanbul vaatleri... bakalım hatun Temmuzda İstanbul'da, ondan önce de ev arkadaşı Onur, mimar camiası ile bizim camiayı tokuşturacağız... (burdaki bir fotoğrafı yanlışlıkla sildim, dedikodu fotosunu.. Blog'un bu huyunu hiç sevmiyorum, geri vermiyor fotomu ya da ben bilmiyorum yolunu.. hangi ihtimal daha gerçekçi..? :))

Turkey, Japan, KOrea...

Artık Mayra'ya gıcığım o gece dorukta.. en son gelen kişidir kendisi zira...
Velhasıl, ben goodbye'ları sevmem ya ondan huysuzum işin aslı biraz... fakat gece yine de guzel... bir tek Gavin gelemiyor, o üzücü idi... onun da dışında aslen hoşgeldin'lere yakın durmaktayım...

1 Haziran 2009 Pazartesi

Last photo in the classroom

Son gün rahatlığı ve anlam veremediğim bir ferahlık... bazen engel olamadığım bitişler içime garip bir ferahlık sağlar (tersi şartlarda olmayı istesem dahi) bir nevi teslimiyet, kabul... öyle bir gündü... bıraktım kendimi doğaya bildiğini okusun diye, büyük resme hürmet duruldum sakince...
İşte benim Gavin'im:) aynı anda too tall, too small :)) goodbye pary'me gelmek istedi telefonunu verdi, söylediği gibi çektim msjını söyledim koordinatları ama o günde vardi bi musibet denk gelemedik... Türkiye'ye çağırdım O'nu ben de, zekle yapacağım rehberliğini... velhasıl bir şey daha diyeceğim, o da; nereye gidersem gideyim, ki zaten gideyim, insanlara değeyim ve bunu bileyim... kocaman bir halka olsun benimkisi...

31 Mayıs 2009 Pazar

LAST DAY AT SCHOOL

My goodbye breakfast :) bana orda baki dans yaptırdılar.. hep bir ağızfan ısrar kıyamet, belimize bi scarf bağladık ve Jonney'nin şen kahkahaları eşliğinde bni bali dans çevirdik:)


İşte meşhur Jonney... Şen, şakrak ve naughty:)
Kim derdi bu sinir olduğu kızla yan yana fotoğraf çektireceğimizi....

Yena ve ben....
Ve yine Mayra:))
Neden bilmiyorum fakat son güne kadar erteledim ayrılma hissimi.... soft geçtim asıl vakalardan, geldim çattım yalnızlıkta, son gün valizlerim arasında... insan hissini erteler mi, ya geçiştiri mi, peki ya ignore eder mi... hepsine evet bende... yaptım nafile...
PS: Blog'umu ihmal üstüne ihmal ettim.. ben de desem "verdiğin emaneti yitirdim yollarda, hata ettim kusur ettim, affola"... vardı sebebim.. sebeb-i firarım, serkeşkiğim, hürriyetim ;) "Geleceğim yine tazelikle, binbir güzel hikayeyle...."

25 Mayıs 2009 Pazartesi

BEFORE I LEAVE...

I'm still in UK, I'm still in my sweet room, I still breath LOndon air... until 5 min I'll have left...
nothing to say... no pain, no happiness, as you know me, my usual leaving behaviour...

I'm gonna miss... too much... Thank you!!!

MY London.........

I LOVE LONDON!!!

(PS: Oldu mu Atyaç;))

21 Mayıs 2009 Perşembe

NİHAT LONDRA'DA idi...

Öncelikle fotoğrafların kronolojik sıradan uzak, karman çorman olduğunu belirtmek zorundayım can'lar... karıştı ortalık... Eyyy Özgürlüüüüüüüüüüüükk!!!!!!!!!
Ya da İstikbal Göklerde ;)

Bu fotoğrafları çekerken çok eğlendik, ben içlerinden seçip de koydum abuk subuk bi sürü poz;) Nihat tam bir fotoğrafçıydı, bense yeni yetme Banu Alkan modeli manken:)

Fena değil be..!

Simetriyi takdir ettik...

Primrose'a çıkarken... Giderken Nihal'le daha önce gittiğimiz günü andım...manyaklık... Camden'dan sonra 15 dakika içinde oradaydık, nerde 2,5 saat... Şöyle söyliyim, o gördüğünüz köprünün altından Nihalle yürümeye devam ediyor idik...

Bira, cips, bereketli badem ;) yarısını köpeğin yemş olmasına rağmen... Ben yine yeni bi çeşit denedim; biri limonlu, diğeri karamelli.... fena değildi... ama soğuktu, üşüdük, hava kararmadan kalktık... günlük plan uyarınca akşam yemeği için hazırlanmak üzere yola koyulduk...
Camera görünce dayanamıyorum:)

Nihat Türkiye'ye dönüyor... Trendeyiz,Stansted'a gidiyoruz... Kahve sevmeyen Nihat'a kahveyi sonunda sevdiriyorum... trene binmeden önce moccochino, hazelnut özel karışımı yaptırıyorum... süper oluyor.. Cesocum da eminim çok severdi.... Kahve ve çikolatamızı yeyip dışarıyı izliyoruz.. İkimizde de bir ağırlık var gitmeden kaynaklanan.... Havaalanına 2 saat önceden gidiyoruz... planımızla bi kere daha gurur duyuyoruz... bu defa Costa'ya yollanıyoruz...

Özge bu fotoğrafa iyi bak... Seni düşünürken çekildi... birden gülümsemişim....

Tower Bridge manzarası......... O gün bi türlü Greenwich'e gidemedik... fakat Nihat London Underground sistemini anlamış oldu.... balık tutmayı öğretmek bizimkisi ;))
Bu defa elmalarımızı Tower Bridge kıyısında yiyoruz... edindiğmiz komik alışkanlıklardan bir tanesi de her gün yolda elma yemekti...

Ceso, tam senlik... ısır hadi :))

Kafamın üzerinde melek var bilmem fark ettiniz mi..?
Akşam yemekten önce Westminster Station'un hemen yanında, köprünün ayağındaki tarihi pub'a götürüyorum Nihat'ı... çok beğeniyor... 2 single Jack Daniels içiyoruz fevkalade iyi geliyor, içimiz ısınıyor...
Akşam ise Queensway'de yemekteyiz....
Sadler Well's'deki Rambert Dance Company'ye gitmeden önce... 3 farklı kareografiden oluşan modern dans gösterisi harikaydı... nasıl olduğunu keşke anlatabilseydim... ayrıca temmuz ayında Dorian Gray'in Portresi oynayacak (yine Rambert-modern) kısa gösterisini gördüm çok etkilendim.. aklıma sen geldin Özgesi.. Oscar Wilde'ın Dorian Gray'ini bilhassa sevdiğini biliyrm... o kadar güzel anlatmışlar ki, bak bunu belki anlatabilirim.. çünkü show'da Dorian olan dansçı o kadar ukala, kendinden emin ve serseri dans ediyor ki.. ve tabiii ki yakışıklı, kitaptaki gibi güzellik timsali... ikimiz izleseydik ne güzel olurdu değil mi...

Marilyn olmadan az önce... o sabah popomu görmeyen kalmadı.... sonra gün ortası eve gidip pantolon giydim, yine verdiğimiz isabetli kararla gün boyu gururlandık Nihatla ;)
Nihat'a kuğuların doğasını anlatıyorum.... Kuğular bir defa çiftleştikleri partnerleri ile bir ömür birlikte oluyorlar.. hatta çiftlerden biri ölse dahi ötekisi yeni bir kuğu ile birlikte olmuyor.... Nihat bayılıyor hikayeye canım, o bir Kamuran... ben de bayılıyorum fakat bir farkla... (insan doğasına inanmayarak ;)
Kensington Garden.....


Sabah kahvaltısını Hyde Park'ta yapıyoruz... benimki bu defa harika bir cheesecake ile cappuchino, Nihat ise klasik tost, ayran (dermişim ;)) ve kahve...

Covent Garden'daki güzel pub... yerimizden çok memnunuz, çok beğeniyoruz... ve komik bir hikaye daha doğuyor orda... Cooky alıyoruz Ben Cookys'den... toplam 4 tane... diyorlar ki 1 tane daha alın 2 tane hediye edelim olur diyoruz... ilk kurabiyeleri pub'da hemen mideye indiriyoruz... kalanları ise her gün yanımızda gezdiryorz :)) arkadaşlar bu Ben kurabiyelerinin gördüğünü kimse görmedi bu dünyada... dünya gözüyle her yeri gördü vallahi, bebekler gibi bi Nihat taşıdı bi ben... ama lütfen sonunda bitirdik mi, benim son gün çabalarımla evet...
Velhasıl kelam doluuuuu doluuuuuu 4 gün... hala uykum var Nihat....

GOODBYE MATTEI..!!

Mattei de gitti, herkes gibi.... Ben neden gidişleri hiç sevmiyorum, ki başlangıçları bu kadar severken... bir tezatlık var bünyede... alışıyorum hemen, alıştığımı seviyorum.. geçirilmiş zamanların hepsi kıymetli olıyor gözümde... içselleştiriyorum hemen, bir bağ kuruyorum... gidiyorum, dönüyorum, hız içinde sakince alışıyorum ama seviyorum işte......

Mattei'den çok kendi içsel durumumu anlattım, ne alaka değil mi..? Garip bir adam Mattei, hırslı, aşırı sosyal, sessiz plancı... o bir akrep... (sanırım bu yeterli olacaktır bir çokları için ;), üzgünüm Aytaç ;)) demem o ki desturla yaklaşmakta fayda var... en çok ikimiz zıtlaşırdık birbirimizle, uğraşırdı benimle ben de cevabını verirdim... fakat yine de severdim....

Velhasıl kelam, klasik breakfast'ımızı yaptık Patisserie Valerie'de... O pastanenin pastaları çok güzel bayılıyorum, özellikle çikolatalı olanları... kahvaltı menü: kahve+çikolatalı pasta.... mmmmmmmmmmmmmmmmm :)))